Kamelya Adası Kadınları – Die Frauen der Kamelien Insel

Hayatım ne zaman aktif, ne zaman genel sağlığım iyi, o zaman çok kitap okuyorum. Ya da tam tersi, ne zaman çok okuyorum, o zaman hayatımda kendimi daha başarılı hissediyorum. Dengede olmanın anahtarı gibi okumak. Lisedeyken dünya klasiklerini okuduğum dönemde ders notlarım da iyiydi. Çalışırken master yaptığım dönemde yine çok okumuşum. Bu yıl yine yoğunum ve yine çok okumaya çalışıyorum. Boş durarak, tv izleyerek dinlenmiyorum. Okuyarak, spor yaparak, yemek yaparak dinleniyorum.

Kamelya adası kadınlarını okurken kendimi ne kadar yorduğumu ve hiç takdir etmediğimi fark ettim. Liseden bu yana her zaman okuduğum romanları çok yanlı seçtiğimi düşünürüm. Dünyanın farklı yerlerinden, farklı kültürlerden seçerim. Bilinen ve mutlaka okunması gerek denen kitaplara zaman ayırırım. Kafka, Haruki Murakami, James Baldwin, Tolstoy ve daha niceleri. Türkçeye tercüme edilmiş zorlu kitaplarda epey yol aldım, Almanya’ya taşınınca almanca okumalar geldi. Okumalarım ne kadar kolaylaşsa da, ilk başlarda almanca romanları okurken daha ne kadar yol almam gerektiğini gördüğümde kendimi eksik hissettiğim günler oldu.

Bu sene başında bir süre Türkçe okudum. Charles Bukowski’yi, Kafka’yı, Milan Kundera’yı almanca okumaya kalkışmadım. Türkçe okumanın ne kadar dinlendirici olduğunu hissettim. Sonra yine Almancaya geçmem gerekti. Türkçe okurken Almancam geriliyor. O yüzden son okuduğum 4 kitap arka arkaya almanca idi. Biri hariç Hep kendi seçtiğim kitaplardı. Haftasonu 80’lerin siyasi sorunları, Maske dünyadaki kötülüklerden kaçan bir adam, Hayatımın Aşkları kara mizah ve cinayet romanı. Hayatımın aşkları çok güzeldi, büyük kısmı Toskana’da geçiyor, iki genç kızın yaramazlıklarını (cinayetlerini)anlatıyor ve güldürüyor.

Dördüncü kitap Kamelya Adası Kadınları Bretanya’da geçiyor, yani Fransa’nın Atlantik kıyılarında. Düğün ile başlıyor, bol yemeli içmeli, arkadaşlarla vakit geçirmeli, çiçeklere bakmalı, denizde ve adada geçen bir kitap. Ana karaya Paris’e geliyorlar zaman zaman, konunun gelişimine göre Madeira’ya gidiyorlar. Kimse dünyanın temel sorunlarını, haksızlıklarını çözmeye çalışmıyor. Kendi günlük hayatlarında kendi sorunlarını çözmeye çalışırken aşık, arkadaş ve mutlular. Biraz entrika var. Benim okuduğum, seçtiğim romanlara göre biraz entrika. Çünkü bu kitap benim değil, iş arkadaşım getirip verdi. O yüzden kendi seçimlerimin her şeye rağmen ne kadar tek yanlı olduğunu bir anda fark ettim. Ben edebiyat okumak, okurken gelişmek istiyorum. Gördüm ki, bu günlük hayatın koşturmacası içinde beni rahatlatıp motive etmiyormuş. Okuduğum için, hikayeler çok ilginç olduğu için keyif alıyorum. Maske’de yüz değiştiren bir japonun hayatındaki çalkantıları okumak ve Fuminori Nakamura’nın Irak savaşı hakkındaki fikrini okumak güzeldi gerçekten ama bana kendimi bütün hissettiren, her şeyin yolunda olduğunu hissettiren, hayatımdan keyif almaya yönlendiren bir kitap değildi. Maske’yi iş arkadaşıma vermiştim. Dilinin ağar ve biraz zor bir kitap olduğunu söyledi. Doğru.

Artık zor kitaplar okumak istemiyorum. İyi hissettiren şeyler okumak istiyorum, ama çok satanlar reyonunun aşk veya entrika kitaplarını okuyamayacak kadar da okumalarımda ilerlediğimi düşünüyorum. Okuma tatmini sağlamadan, günlük hikayeleri okumak, beni büyütmeyecek konulara vakit ayırmak gereksiz geliyor ve elim bu tarz kitaplara gitmiyor.

Yazımı okuyan, kitap önerisi olanlar varsa, yorumlarını beklerim.

Yorum bırakın