Hanımefendi

Hanımefendi’nin yazarı Ivo Andriç’i Drina Köprüsü ile tanıyoruz. O, Osmanlı hakkında yazıp bugüne ve dünyaya ulaşan, sirp milliyetciligi hakkindaki fikirlerini kendi adını kirletmeden dünyaya ulaştırabilen bir yazar.

Hanımefendi’yi, Drina Köprüsü ve Travnik Günlüğü romanları ile birlikte ‘Bosna Üçlemesi’ adı altında yayınlamış. Ben de Drina Köprüsü’ne olan ilgim ve beğenimle Hanımefendi’yi okumayı seçtim. İçinde yine Osmanlı’dan birşeyler bulacağımı, o günkü koşulları bildiğimin daha ötesine geçerek gözümde canlandırabileceğimi düşünüyordum. Ivo Andriç şehri, insanları, hayatın akışını bildiğim veya benim zaten tahmin ettiğim gibi yansıtmış. Dönemi sırplara, varlıklı sırpların diğerlerine savaş zamanında ne kadar sahip çıkıp çıkmadığına odaklanarak aktarmış. Kişisel çıkarlar ve hayatta kalma duygusu ile milletini düşünüp birlik beraberlik içerisinde hareket edilmemesini inceden eleştirmiş. Bugün sırpların dünyadaki konumunu, bir varlık ve millet olabilmek için verdikleri çabanın neden uzun sürdüğünü kendi gözünden yansıtmış. Aşırı milliyetçiliğe kaçmadan, kendi insanını eleştirebilmiş.

İvo Andriç’inki sırplara ve kendi geçmişine dostça uzanan bir el, sırplar Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olmakla suçlandıkları için. Acaba o, Bosna Savaşı’nı görseydi yine aynı şeyleri yazar mıydı? Yine sırpların birlik olmasını ister, haklarını savunamadıklarını, yanlış tanındıklarını düşünür müydü?

‘Hanımefendi’de hikaye, Balkan Savaşı’ndan başlayarak hemen hemen İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde geçiyor. Bir genç kız babasının ölmeden önce ona verdiği öğüdü yanlış anlıyor, yanlış yorumluyor ve hayatını sadece para kazanmak ve biriktirmek üzerine kuruyor. Birikimi ve cebinde kalacak parayı o kadar çok hesaplıyor ki, dilenciye vereceği ekmeği peyniri önce azaltıyor, sonra hiç vermemeye başlıyor. Kadın haliyle tefecilik yapıyor. Parasını kesin olarak geri almayacağı hiçbir işe girişmiyor, kimseye yardım etmiyor. Sürekli siyah elbiseler giyiyor. Evlenmiyor. Varlığını kullanarak annesinin ve kendisinin daha rahat yaşamasını sağlamak yerine, sadece para biriktiriyor. Yalnız parayı düşünürken yaşadığını hissediyor. Tüm eğlenceleri, toplantıları, sohbetleri, arkadaşlıkları gereksiz görüyor. Normal insanların canlı cenaze diye tabir edecekleri bir yaşam tarzından mutlu oluyor. Sonunda kimsesiz ve kimse tarafından sevilmeyerek ölüyor.

Okurken başından sonuna kadar hikayenin kendine özgü, alışılmış kalıpların dışında yazılmış olduğunu düşündüm. 1920’de hangi kadın kendine güvenip tefecilik yapar? Ailenin sorumluluğunu yalnız başına üstüne alır? Bir erkeğin sığınağında olmak daha kolay değil midir? Arkadaşlarla, aile dostlarıyla vakit geçirmek gereksiz midir? Genç bir kadın ne kadar burnunun dikine gidebilir ve buna rağmen akrabaları tarafından olabildiğince korunur kollanır? Hikayede Ivo Andriç sırp akraba, eş dost yaşamını anlatırken aile değerlerine, sırp milletine karşı nankörlüğün resmini çizmiş. Dönemin ekonomik koşulları başta olmak üzere, hristiyan, yahudi ve müslüman ailelerin yaşam şekillerini yansıtmış. Olayları bugün dünya tarafından genel olarak sevilmeyen ve karalanan sırpların gözünden, akıcı bir dilde, karanlık konusuna rağmen iç karartmadan ve lafı uzatmadan dile getirmiş.

Drina Köprüsü okurken daha ilginç gelmişti. Daha uzun ve kapsamlı bir romandı. Hanımefendi farklı bir konuda okumak ve hiç aklınıza gelmeyen bakış açılarına yakınlaşmak isterseniz keyifle okuyabileceğiniz 208 sayfa sunuyor.

Yorum bırakın